11 Ağustos 2017 Cuma

Müslüman/ca Demokrasi (Bir Adalet Teorisi)







Müslüman/ca Demokrasi

(Bir Adalet Teorisi)

Mustafa Çevik



İçindekiler
Önsöz
1.      İslam ve Demokrasi Çelişir mi?
a)      Egemenlik Halkındır Demek Ne Demektir?
b)     Demokrasi Beşeri Düzendir İslam’la İlgisi Yoktur Denilebilir mi?
c)      Neden Müslüman Demokrasi
2.      Müslüman Demokrasi: Bir Adalet Teorisi
a)      İslam’da Adaletle Yönetmek Emrediliyor-İslam ve Demokrasi Uzlaşır mı?
b)     Allah’ın Adalet Sözü Ne anlama Gelir?
c)      Demokrasi:   HAK’ikat Sorunu Bağlamında Bir Demokrasi Eleştirisi
d)     Demokrasi ve İslam’ın Ortak Tarafı İlkeliliktir İlkesizlik Değil
3.      Müslüman Demokrasi ve Ahlak İlişkisi
a)      Demokrasi Bir Ahlak İşidir
b)    Demokrasi, Bilim ve Ahlak
c)     İnsan Doğası (fıtrat), Demokrasi ve Ahlak
4.      İslam’da Demokrasi Kültürünün Varlığına Dair
a)   Ehl-i Hal ve Akd ve Temsili Demokrasi Benzerliği
b)  Medine Site Devleti ve Bir Arada Yaşama Formülü
c)   Özgürlükler/Zorlama Olmaması
d)  Hukuk Devleti
e)   İstişare/Şura/Emr ve Bu bağlamda Cabiri’ye Bir Eleştiri
5.      İslam Kültüründe Demokrasiyi Engelleyen Sun’i Dini Engeller
a)      Ehl-i Beyt
b)     Seyit ve Şerif Kurumları   
c)      Şeyh/Mürşid-Pir/Dede/İmam  
d)     Alim Kavramı
e)      Müceddid
f)       Sünnet ve Cemaat  
6.      MÜSLÜMAN DEMOKRASİNİN TEORİK ÇERÇEVESİ
a)      Demokratik Çoğunluk ve Hakikat Arasındaki İlişki
b)     Totalitarizm/Faşizm İdealizmden mi Çıkar Realizmden mi?
c)      Muhafazakâr Demokrasi Yerine Müslüman Demokrasi
7.      İlahiyat Kavramlarının Dünyevileştirilmesi Veya Tersi
a)      Halifenin Tekliğinin Tevhid İle İlişkilendirilmesi
b)     Devlet ve Hukukun Teoloji-Politiği
c)      Ümmet ve Halife İlişkisinin Teoloji-Politiği
d)     Diyalektik Teoloji ve Devlet Fetişizmi
8.      Sivil İslam’dan Siyasal İslam’a Epistemolojik Vesayet ve Aristokrasi Araçları
                  a)Halifelik Vesayeti
                  b) Kureyşilik Vesayeti
                  c) Ehl-i Beyt Vesayeti
d) İcma ve Ulema Vesayeti                                            
e) Mezhep Vesayeti
f) İslami Siyasi Düşüncenin Demokratik Yaklaşım Bakımından Bir Analizi

9.      Demokrasi ve İslam’da Bilgi İktidar İlişkisi
a)      Demokrasi Küfür Rejimidir Diyenlere Cevap
b)     Müslüman Demokraside İnsanlar Her şeyi yapabilir mi? Özgürlük Sorunu
c)      İslam Sivil Bir Dindir
d)     İktidar Endeksli Mücadele Demokrasilerde İyinin Kötüye Kurban olarak Sunulmasına neden olur.
e)      Hariciliğin İyi Tarafları Da Vardır: Otoritenin Tekelleşmesinin Engellenmesi
10.  Müslümanlar İçin Demokrasi: -Bir İtikad ve İman Alanı Mı Yoksa Ahlak ve Muamelat Alanı Mı?-
a)      Müslüman Demokrasi Laik midir?
b)     Müslüman Toplumlarda Demokrasi Karşıtlığı
c)      Demokrasiye karşı çıkan Müslümanlar ile Demokrasinin Özümsenmesi ve İçselleştirilmesi Nasıl Olacaktır
d)     Arap Baharı ve Demokrasi Talebi
e)      “İslam’ın Nesi Eksik Ki Demokrasiye İhtiyaç Duyuluyor?” Sorusu Yanlış Bir Sorudur
f)       Seyyid Kutup İslamcılığından Radikal İslamcılığa Fırka-i Naciye Mantığı
g)     Batılılardan Farklı Bir Devlet Tasavvuru
h)     Hâkimiyet Milletindir Demek Hâkimiyet Allah’ındır Demekle Çelişir mi?
i)       İlahi Devlet Mümkün Müdür?
j)        Düzene Dâhil Olmak Şirk Midir?
k)     Türkiye Diğer Müslüman Ülkelere Demokrasi İhraç Etmelidir Padişahlık veya Laiklik Değil
l)       Demokrasi İslam ile Uyumlu Bir Rejim midir Tartışması Üzerine
m)   Yanlış Yapan Devlet Başkanını İktidardan Silahsız İndirmenin Yolu Var Mıdır İslam’da?

Önsöz
Müslüman Demokrasi bir İslami yorumdur. Bilindiği gibi İslam’ın çok farklı yorumları vardır. Geçmişte mezhepler coğrafi, kültürel ve tarihi nedenlerle ortaya çıkmış farklı İslam anlayışlarını temsil ederler. Hatta bu mezhepler geniş kitlelere ve coğrafyalara dağıldığında birbirinden farklı çok sayıda yorum ve kimlik ile ortaya çıkarlar. Örneğin iki farklı İslam yorumu olan Şiilik/Alevilik ile Sünnilik birbirinden o kadar farklıdır ki İmanın şartları bile farklıdır. Örneğin Şiilikte imanın şartları İmanın Şartları yani usul ed-din beş tanedir: Tevhid, Adalet, Nübüvvet, İmamet ve Kıyamet şeklindeyken Sünnilikte Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, ahirete ve kaza-kadere iman şeklindedir. İmanın şartları bu kadar farklı iken bu mezheplerin diğer mezheplerin alt dallarında yer alan alt mezheplerin kimisi çok aşırıya giderek bu farklılığı uç noktaya taşımıştır. Bu durum geçmişte olduğu gibi bu gün de hala devam etmektedir. Tabi burada daha da önemli olan şey de bu mezheplerin her birinin tek doğru yorum değilse bile en doğru yorumun kendi yorumları olduğunu söylemesi ve geçmişte de günümüzde de bu farklılıkların doğurduğu siyasal gerginlikler nedeniyle kimi zaman kanlı mezhep savaşlarına neden olmasıdır. Hz. Alinin, onun çocuklara Hasan ve Hüseyin’in ve Hz. Osman gibi din büyüklerinin öldürülmesinden tutun bu gün ki Ortadoğu diye nitelendirilen Arap-İslam dünyasının siyasal krizlerinin çoğunun temelinde mezhep sorunlarının yattığını söylemek mümkündür. Herkesin kendi yorumunu asıl yorum olarak nitelendirdiği günümüz İslam dünyasında tek bir İslam yorumunun doğru diğerlerinin yanlış olduğunu söylemek İslam’ın ilahi ve evrensel mesajını bir grubun, zamanın veya kişinin yorumuna hapsetmek olur. Bu da İslam dinine mitoloji sokmaktır. Biz buna yeni İsrailiyat diyoruz. İsrailiyat bilindiği gibi peygamberimizin vefatından sonra Tevrat ve İncil kültürünün İslam’a sokulması olarak tanımlanabilir.
O nedenle İslam dininin geçmişte olduğu gibi bu gün de farklı yorumlarının olabileceğini öncelikli olarak kabul etmemiz gerekmektedir. Hangi yorumun gerçek İslam’a en yakın olduğuna Allah karar verecektir. Bu dünya durdukça insanlar farklı İslam yorumları geliştirmeye devam edeceklerdir. Belki de İslam’ın evrenselliği de burada yatmaktadır. Bu yaklaşımdan hareketle Müslüman Demokrasi’nin İslam’ın bir yorumu olduğunu İslam’ın kendisi olmadığını söylememiz gerekmektedir. Nasıl bir yorum? İslam dininin İnsan ve adalet anlayışını merkeze alan bir yorumdur Müslüman Demokrasi. Daha çok devleti merkeze alan ve devleti kutsal bir varlık olarak algılayan İslam anlayışının karşısında bireyi ve insanı konumlandıran, devlete karşı insanı öne süren ve yücelten bir İslam anlayışını öngörmektedir Müslüman Demokrasi. Biz İslam dininin üstün ahlakı düzeltmeye ve yeniden diriltmeye geldiğini düşündüğümüz için dünyada devlet karşısında gücünü ve konumunu kaybeden insanın lehinde adaleti savunmaya ve düzeltmeyi amaçlayan bir İslam anlayışının Müslüman Demokrasi yoluyla savunulabileceğini kabul ediyoruz. Hilafet, imamet, devlet gibi siyasal kavramları İslam’ın merkezine alarak yapılan İslam yorumlarının çoğunlukla siyasal emeller taşıdığını ve İlahi ve dini kavramların ve kurumların siyasal iktidarı amaçlayan bir suiistimalin yolunu açık tuttuğunu düşünüyoruz. O nedenle tarihsel olarak üretilmiş siyasal halifelik, imamet ve devlet gibi teolaji-politik kavramlar yerine doğuştun insana verilmiş olan akıl’a ve gönderilmiş olan vahiy’e uygun hak ve adalet temelli değerleri merkeze alarak bir İslam anlayışı geliştirmenin daha doğru olacağını bu kitapta ele alıp temellendirmeye çalıştık.

  c-) Demokrasi:   HAK’ikat Sorunu Bağlamında Bir Demokrasi Eleştirisi
Hakikat sorunu insanlığın en ezeli tartışma konusudur. Evren, dünya, insan ve hayat hakkında genelleme yapan herkes bir hakikat iddiasında bulunmaktadır. Hakikate, doğru bilgiye ve nihai olana ulaşmak için din mi, bilim mi, akıl mı, salt deneyim mi daha güvenilirdir tartışması hep devam etti. Örneğin “En iyi eğitim nasıl yapılır?” “En iyi yönetim nasıl olmalıdır?” “En doğru din veya tanrı tasavvuru hangisidir?” “En doğru insan tanımı nedir?” gibi sorulara genelde iki türlü yanıt verilir: ya benim söylediğim benimsediğim veya inandığım en doğrusudur şeklinde bir yaklaşım ya da herkesin doğrusu kendine deyip hakikati teke indirgemek yerine parçalamayı öngören yaklaşım. O zaman hakikat nedir sorusu ile birlikte belki de daha önce yanıtlanması gereken bir başka soru vardır: herhangi bir konuda hakikat yani doğru olan tek midir? Yoksa duruma, kişiye ve zamana göre değişen doğrular mı vardır? Kuşkusuz bu iki soru arasında çok derin farklılıklar vardır. Bu fark yaşam alanına hele hele ekonomi, mülkiyet, hak, adalet ve özgürlükler alanına uygulandığında çok farklı sonuçlar doğuracaktır. Örneğin haklar ve özgürlükler konusunda hakikatin kişiden kişiye veya en azından toplumdan topluma veyahut da çağdan çağa değişebileceğini düşünelim. Öyle bir durumda iktidar araçlarını elinde tutan güçlerin temel bazı hak ve özgürlük alanlarını kendi hakikat anlayışlarına göre değiştirdiklerini görmek mümkün olabilir. Böyle bir durumda şu ana kadar sahip olduğumuz hak ve özgürlük tanımı ve sınırlarının ihlal edildiğini düşündüğümüzde onlara hangi meşru zeminde itiraz edilebilir? Hangi gerekçeyle itiraz edersek edelim iktidar sahipleri kendilerine ait yeni hak ve özgürlük tanımını, görelilik gerekçesiyle ve hakikatin çoğulculuğu gerekçesiyle reddedeceklerdir. Öyle bir durumda haklar ve özgürlükler konusunda doğru olanın onların dediği gibi değil de bizim dediğimiz gibi olduğunu kabul ettirmenin gerekçesi ne olabilir? Ne söylenirse söylensin itiraz gerekçesi hazırdır. Görelilik ve hakikatin evrensel olmayışı. Hakikat parçalandığı zaman hayatın her alanında çatlaklar görebilirsiniz. Postmodern dünyada değerler bunalımının nedeni modernizme karşı çıkayım derken hakikat sorununun parçalanmasıdır.  Hakikat ve doğru olan, kişiye, topluma, zamana ve zemine göre değişir dendiğinde bugüne kadar hakikat diye bildiğimiz bir yanlışın bize hakikat diye dayatılmasına hazır olmalıyız. Veya tersi bir durum da olabilir. Bu her alanda böyledir. Ahlak, ticaret, teoloji, eğitim, bilim vs. her alan için problem aynıdır. Hakikat parçalanırsa hayatın her alanına sirayet etmesi kaçınılmazdır. Çünkü hakikat aslında Hak ile aynıdır. Hak parçalanmışlığı sevmez tevhidi sever. Hak için parçalanmışlık şirktir. Şirk salt teolojik bir kavramdan daha fazla bir şeydir. Epistemolojik, ontolojik ve hatta estetik alanda da birden fazla hakikat alanına yer açmak bu alanlarda Hak’ikat’e ulaşmayı engelleyen bir yaklaşımdır. Bu alanda şirk kapısı açılmış olduğundan başka alanlarda tevhidi, yani birliğin hakikatini bulmak zorlaşacaktır. Bilim alanından bir başka parçalanmış Hak’ikat anlayışının doğuracağı ontolojik ve epistemolojik sorunlara bakalım. Örneğin tarih bilimi niçin öğretilir veya tarih araştırmaları neden yapılır sorusunda eğer tarih bilimini öğretmenin ve tarih araştırmaları yapmanın amacı tektir demez isek ve her kişinin tarih öğrenme ve yapma amacı farklıdır dersek o zaman tarih biliminin önemi ne olabilir ki? Düşünün ki tarih yapma ve öğrenme konusunda ortaya konulan ne denli önemli düşünce olursa olsun biz ona saçma muamelesi yapma hakkına sahibiz diyelim. Yani başka bir deyişle tarih alanında ortaya konulan her türlü düşünce, saçma olsun mantıklı olsun, bir birine eşit değerdedir diye düşünüyoruz. O zaman tarih için hiçbir tez doğru değildir demektir. Gerçekte böyle bakan bir insanın tarih yapması için bir anlamı kalmaz. Veya en fazla tarih bilimine araçsal olarak bakar. Yani araçsallaştırılabildiği için tarih bilimi yapmak gerektiğine inanmaktadır. Başka bir deyişle tarih yapmak o an işine yaradığı için gereklidir. Yoksa her zaman gerekli olmadığı gibi bazen sakıncalı bile olabilir diye inanması gerekir. Böyle bir durumda kimse aslında tarih biliminin, tabi ki bu mantık her bilim için kullanılabilir, önemli bir etkinlik olduğunu söyleyemez anlamına gelir ki bu bir felakettir. Oysa eksik veya yanlış da olsa tarih yapma ve öğretmenin her kes tarafından kabul edilebilir evrensel bir anlamı ve amacı vardır dendiği zaman, ortaya çıkacak olan bütün tarih tezlerini bir “olması gereken tarih tezi” ölçeğinde eleştirip doğru tarih yapmaya çağırabilirsiniz. Çünkü tarih yapma ve öğretme konusunda artık bir olması gereken tarih tezine sahipsiniz. Olan ile olması gereken arasında ayrım yapılmadığı müddetçe bu sorun devam edecektir. Öyleyse denilebilir ki tarih yapma ve öğretme konusunda herkes tarafından kabul edilebilir bir tarih tezi vardır. Böyle denildiği zaman yanlış da olsa, sonradan düzeltilmesi ve doğrunun bulunması ihtimali saklı olmak kaydıyla, bir hakikat tasavvuruna sahip olmuş oluruz. Öyle bir durumda eleştirel düşüncenin gelişmesi konusunda iki imkân yakalamış oluruz: birincisi, yapılan her türlü tarih tezinin kabul edilen tarih tezine göre kritik edilmesi ve düzenlenmesi bakımından eleştirel düşünme, ikincisi de olması gereken yani kabul edilen tarih tezinin yanlış olup olmaması konusu eleştiriye açık olmak bakımından eleştirel düşünce.
            Bu düşüncenin aksini düşündüğümüz zaman ne olur? Yani bilim, ahlak, din, yönetim, adalet, özgürlük ve haklar gibi konularda herkes tarafından paylaşılabilir ve kabul edilmesi zorunlu bir hakikat yoktur hakikat görelidir dediğimiz zaman nasıl bir sorun çıkar? Öncelikle söylemek gerekir ki bu tezi teorik olarak ileri süren olmuş olsa da yine de tarihin her döneminde benim diyen kuşkucular bile başkasına hakikat dayatmasında bulunmuşlardır. Günlük hayatta kabuller olmadan hareket etmek konuşmak nerdeyse imkansız hale gelir. Yani iktidarların yaptığı bir şeyi yanlış bulup eleştiriyorsa biri bir olan durumu beğenmeyip olması gereken durumun hakemliğine ve gerekliliğine çağrı yapıyor demektir. Başkasının dinini beğenmeyen, hatta aynı din içinde dindaşının teolojik ve pratik yaklaşımını beğenmeyen kişi yanlış bir “olan”dan hareketle bir “olması gereken” hakikatten ve kabulden yola çıkarak bunu yapmaktadır. O nedenle hangi alan olursa olsun bir hakikat anlayışına ve bir olması gereken ‘kabul’e sahip olmak neredeyse kaçınılmaz gibi görünüyor.
O halde “devlet yönetmenin veya devlet yönetimi seçmenin doğru şekli nedir?” şeklindeki bir sorunun bir tek doğru cevabının olduğunu kabul etmeliyiz. Nasıl yönetirsen yönet doğru olabilir demek anlamsız bir iddiadan başka bir şey değildir. Ayrıca hiç kimse tarih boyunca böyle bir devlet yönetimi anlayışına sahip olmamıştır her halde. Bunun için şu sorunun yanıtlanması gerekir yukarıdaki tartışma çerçevesinde. Devlet yönetimi seçmek ve seçilen yönetimin devleti yönetmesinin usul ve esasları insanın keyfi olarak ortaya koyacağı bir şey midir yoksa yönetim seçmenin ve seçilenlerin yönetmesinin mutlaka bağlı kalması gereken ilkeler var mıdır? Bize göre devlet yönetimi seçmenin ve seçilenlerin devleti yönetmesinin bir tek doğru tarzı vardır. Öbürlerinin hepsi yanlıştır. Bu da adalet ilkesine bağlı kalmaktır. Bu konularda veya başka konularda adil olan tam olarak yakalanabilir mi bu ayrı bir tartışma konusudur. Adalet kavramı bir idealdir, bir hayaldir veya bir ütopyadır denilebilir. Ancak hepimiz yapılan şeylerin yanlış olduğunu şikâyet ederken peşinde olduğumuz şey haklı olandır, adil olandır veya ismine ne dersek. Devlet yönetmek konusunda acaba İslam dini mesela saltanata iyi bakar denilebilir mi? Veya bir seçkin grubun yönetmesinin doğru olduğu savunulabilir mi?[1] Bize göre kesinlikle hayır. Çünkü saltanat sisteminde bir sultanın deli olma ihtimali vardır onu önlemenin yolu olmalıdır. Seçkin sınıfların mutlak egemenliği yanlış yaptıklarında engellememiz gereken bir sistem getirmeliyiz. Bu şekilde düşündüğümüzde yanlış yapan kişinin belli iktidardan indirilmesi anlayışının İslam dininin yönetim felsefesine aykırı olduğunu söylemek zor olur. Bu bakımdan bakınca “Yönetmenin veya yönetecek kişileri seçmenin yolu tek midir yoksa her türlü yönetim anlayışı ve yönetime getirme şekli doğru kabul edilebilir mi?” şeklindeki soruyu düşündüğümüzde yönetim konusunda da çoklu bir hakikat anlayışına sahip olunamayacağını ve bunun kaos yaratacağını düşünmek zorunda kalıyoruz. O nedenle denilebilir ki bu konuda da zorunlu olarak bir tek hakikat/doğru yöntem vardır. Bu konuda da demokratik yönetim anlayışın da İslam yönetim anlayışının da tekçi olduğunu ve çoğulcu bir hakikat anlayışına bu konuda sahip olmadıklarını görebiliyoruz. 





[1] Bu konuda ehl-i hal vel-akd sınıfının bir tür seçkin sınıf olarak düşünülmesi bize göre yanlıştır. Bunu ilgili bölümde açıkladık gerekçeleriyle birlikte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taammüden Satanizm

   Şeytanın varlığı yanılgıyla başladı. Şeytanlığı da yanılgısında ısrar etmesindedir. Bilerek taammüden ve bilinçli bir şekilde hatada ısra...